Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu, üstünde yeşil bir mont vardı. Bir bankta yan yana oturuyorduk. Saçlarım, hayatım boyunca hiç olmadığı kadar uzundu. Yağmur yağdıkça rüyanın tek dekoru kocaman bir ıslaklık olmaya başlamıştı. Orada öylece otururken ben, sessizce büyüyen bir ıslaklığın içine çekiliyordum sanki, ama onun yanında güvende hissediyordum kendimi.
Bana dönüp birden “Hadi gidelim!” dedi.
Uyandım!
Islak mı diye saçlarımı yokladım…
Onun yüzünü aradım baktığım her yüzde. Hiçbiri tanıdık gelmedi, yabancı yüzler yalnızca kederimi artırdı. Yüzünü de hatırlamıyordum oysa ki, ama görsem tanıyacaktım sanki.
Bir köprüden nehrin akışını seyrederken gördüm onu sonra, üzerinde lacivert bir mont vardı.
O fark etmeden dakikalarca seyrettim. Birden başını çevirip gülümsedi. Koşarak kaçtım oradan. Koştum, koştum!
Islak mı diye saçlarımı yokladım…
Aradan günler geçti koca koca günler, aylar sürecek müzikler aktı evimin duvarlarından.
Gönderilmeyecek mektuplar yazdım uzun uzun, kenarını yakmaktan vazgeçtiğim.
Yokuşun maviye ulaştığı bir sokağın keyfini çıkara çıkara yürüdüm saatlerce, uzun uzun denizi seyre daldım.
Havada hafif rüzgâr, dalgaları seyrettim tek başıma. Ne kadar zaman geçti orada bilmem…
Bir el omzuma dokunup “Merhaba!” dedi.
Oydu! Üzerinde gri bir mont vardı.
Bir rüyadan uyanmış gibi şaşkın “Merhaba!” deyip gülümsedim!
Islak mı diye saçlarımı yokladım…
“Düş” için bir yorum bırak
YORUM YAZIN: