Geçenlerde sosyal medyada güzel bir hikayeye denk geldim. Kısa, öz fakat o kadar derindi ki… Bazı hikayeler vardır size hayatın özünü hatırlatır ve derin düşüncelere sürükler. Tam da öyleydi.
Ayrıntılara girmeden olabildiğince kısa anlatmaya çalışacağım hikayeyi.
Hikayenin başkahramanı Ankaralı akademisyen bir anne ve onun otistik kızı... Bir gün annenin eski eşinin kız arkadaşı ve kız tanışıyorlar. Buraya kadar her şey olağan ancak tanışma sonrasında anne-kız arasında geçen sohbet duyulmaya değer türden. “Kızım onu epeyce sevmiş. Bana ‘ona da anne mi diyeceğim’ diye sordu. Çünkü, sanırım ona anne demek istiyor.” diye anlatıyor.
“Yutkunduktan sonra ‘eğer anne demek istiyorsan elbette diyebilirsin’ dedim.” diye ekliyor.
Farklı geldi değil mi? Özetle sevginin belli bir kategorisi olmamalı diyor anne. Biz sadece anne, baba, kardeş sevgisini biliyoruz. Bunu biyolojik bağlarla sabitliyoruz. Oysa sevmenin binbir türlü hali var. Bir insanla aramızda kanıtlanabilir bir bağ olmasına gerek yok halbuki... Sevgi yeterince güçlü bir bağ çünkü. Acı ama toplum olarak yeni yeni hayvan sevgisine alışıyoruz.
Ne diyordu o şarkıda?
“Dünyayı güzellik kurtaracak
Bir insanı sevmekle başlayacak her şey...”
Bu, dünyayla barışık olmak, onu kocaman kucaklamak değil mi? Kaygılarımız nedeniyle bazen kapansa da gözlerimiz, çevremizde kucaklaşabileceğimiz o kadar çok sevgi şekli var ki… Mesela bazı güzel insanların hayatımıza dokunması gibi… Bize desteklerini sunarak, belki de farketmeden büyük bir güç aşılaması gibi…
Küçük şeylerle mutlu olmalı insan, yetmeyi de yetinmeyi de bilmeli... Heybesinde türlü sevinçleri toplamalı ve bir sarmaşığın duvarla bütünleştiği gibi asılmalı hayata, o zaman zenginleşir ve tahammül eder bu dünyaya. Durmayın, bakın etrafınıza! Heybenize atmayı unuttuğunuz renkleri göreceksiniz. Hazine bulmuşcasına sarılın onlara... Bu hayat güzelse biraz da o renkler sayesinde. Sevmemek olur mu hiç?
“Sevmemek olur mu hiç?” için bir yorum bırak
YORUM YAZIN: