Preloader gif

Kaybolmanın Rüyası

Genel 03.09.2019
zarif beyaz kuğu

Nefes almadan ardıma dahi bakmadan koşuyorum. Kim olduklarını bilmediğim birileri tarafından kovalanıyorum.(!) Sınırlarımızın sandığımızdan daha geniş olduğunu hep zorlu anlarda fark ediyoruz. Bu denli hızlı koşabildiğimi bilmiyordum doğrusu. Yanımda birileri daha var, benimle koşan ya da kaçan demeliyim sanırım. İki kişi… Yo hayır, üç kişi daha benimle aynı sebepten kaçıyor. Hiç konuşmadan aynı yöne doğru koşuyoruz. Etrafımızdaki insanlar ve arabalara çarpmadan ilerliyor olmamız bir film gibi. Oysa film sahnesi değil işte, yüreğim ağzımda kaçıyorum. Binalar, sokaklar bildiğim yer değil. Sahi burası neresi? Neden kaçıyorum? Geniş bir otoparka doğru gidiyoruz sanıyorum. Diz hizasında bir duvar var, çevik bir hareketle atlıyoruz. Yürürken tökezleyen ben, nasıl da atladım az önce. Arabaların arasında dağınık şekilde belli bir hedefe doğru koşuyoruz. Ardımızdakiler mesafeyi koruyor, arkadan gelen boğuk seslerden bunu anlıyorum. Gümüş rengi bir araba var otoparkın biraz boş bir alanında. Arabaya varan ikinci kişiyim. Benden önce varan kişi şoför koltuğunun arka çaprazına oturuyor. Ben doğrudan şoför koltuğuna oturdum. Ama neden, ehliyetimi 9 yıl önce aldım ve birkaç kötü deneme dışında bir tecrübem yok. Beynim kendime inanmazken, ellerim hiç de acemi değil. Kontakta anahtar var. Kontağı çevirdiğim anda diğer iki kişi de biniyor. Gaza basıyorum kendime şaşarak ve yola çıkıyorum. Bedenim her şeye hakim, zihnim şaşkın ve korkak. Ardımızdakilerin de başka bir araca bindiğini görüyoruz aynadan. Oysa ben çoktan trafiğe daldım. Tanıdık gelmeye başlayan yolları tam olarak nereden hatırladığımı hatırlayamıyorum. Bunu düşünmek için çok geç diyor zihnim, ve ekliyor “yola odaklan sadece yola odaklan!” 

Ne kadar gittiğimizi bilmiyorum. Nereye gittiğimizi bilmiyorum. Yolları tanımıyorum, bu şehri bilmiyorum. Yanımdaki insanları ve şu an izimizi kaybettirdiğimiz insanları bilmiyorum. Bu denli iyi araba kullandığımı bilmiyordum. Ben ne yaşadım yahu?! 

Otobandan gitmektense sağa, bir köy yoluna doğru kırdım arabayı. Neden diye sormuyorum kendime, eminim bir bildiğim vardır! 

Müthiş doğa manzarası yolun her iki tarafından da kucaklıyor. Ben buraları nerden biliyorum bir hatırlasam. Hem çocukluğum geçtiği şehir kadar bildik hem de bir o kadar yabancı, bu yer neresi? Ulu ağaçlar, geniş tepelikler ile aradan kıvrılan dereler ve güneşe rağmen biraz puslu bir hava ile hayal aleminde gibiyim. İleride sağ tarafta tarihi bir alan olduğunu düşündüğüm yapılar görünüyor. Aklımda kesik görüntüler beliriyor, tam hatırlayacağım bir anda yabancılaşıyor ortam. Yeryüzünün en güzel ama en ürpertici yerine gidiyor gibiyim. Turistik bir gezi olsa ve yanımda yakınım olduğundan emin olduğum insanlar olsa ve ardımızda birileri olmasa ve zihnim bana oyun oynuyor olmasa ve ne yaşadığımı biliyor ve nerede olduğumu biliyor olsam ve ve ve… Ah hayır! Tüm bunlar olsa dahi buradan keyif alacağımı düşünemiyorum. Bulunduğum durum burayı hiçbir şekilde kotaracak türden değil. Ne yapıyorum ben? Neden buradayım? Zihnime dolan sanrılar, kesik kesik geçmişten gelen görüntülerle dalgalandı. Dalgalara kapılamadan gerçeğe dönmek zorunda kaldım. Sağ tarafta koca bir höyük var. Kabul etmeliyim muazzam görünüyor. Bir şeyi daha kabul etmeliyim ki ben burayı daha önce gördüm. Hatta gezdim. Eminim buna. Ama ne zaman ve neresi burası? Büyük turist kafilelerinin varlığı önemli bir yer olduğunu düşündürdü. Höyüğün bitiminde yol bitiyor ve toprak yola dönüşüyor gibi görünüyor. Bir karar anıydı ya toprak yoldan devam edip tepeyi aşacak ya da duracağız. Oysa kararı çoktan vermişti bedenim, dosdoğru dalıyorum toprak yola. Yanımdakiler kararın doğruluğundan mı yoksa çaresizlikten mi bilmiyorum ama hiç ses çıkarmıyorlar. Sahi kim bu insanlar? Ne çok soru var aklımda cevabını bilmediğim. 

Toprak yolda keskin ve oldukça dik bir yokuş var. Sanırsınız arabayı kullanmıyor da ben bizzat ellerimle itiyorum. Öylesine gerildim, bunca macerayı ben yapmamışım gibi burada tıkanıyorum. Bu kez bedenimde geriliyor. Aşamayacağım bu yokuşu diyorum. Yokuş kısa ama yolun toprak ve yokuşun bu keskin dikliği alnımın terlemesine sebep oluyor. Yokuştaki diklik öyle keskin ki, bitiminde yol devam mı ediyor yoksa uçurum mu var ya da bir bir göl bilemiyorum. Nerden geldik yahu buraya? Dönmeyi düşünmüyorum bile. Öyle ki ardıma bile bakmıyorum. Yine suskun anlaşmayı gerçekleştiriyoruz aramızda ve dört kapıda açılıyor ve itmeye başlıyoruz arabayı. Ha gayret! Az kaldı! Şu kasisli yeri de atlattık mı bitiyor yokuş. Yokuşlardan nefret ettim. Kasise geldiğinde saniyelik duraksıyoruz ardından var gücümüzle itiyoruz. Nazlanarak aşıyor araba kasisi ve artık bize ihtiyacı olmadığını gösterircesine atıldı öne doğru. Bir soluk aldıktan sonra bir adım atıyorum ileri doğru şu lanet olası yokuşun bitiminde ne var göreyim diye. Korktuğum başıma mı geldi, şomağızlı mıyım, Allah belamı mı veriyor bilmiyorum. Ama yokuşun bitiminde sadece su vardı. Geniş oldukça büyükçe bir göle bakıyordum. Arabanın ön tekerleri dalmıştı suya, arka tekerler yokuş sebebiyle arkadaydı. Ardıma bakamam, geriye gidemem. İleriye gidemem, suyun derinliği göze alınamayacak kadar büyükçe bir göl karşımda. Sağa sola gidilecek yol yok. Kaldık, kaldım burada. Neden kaldım? Neden geldim buraya? Neyden, kimden kaçtım? Kim bu insanlar? Burası neresi? Ne yaptılar bana? Naptım kendime? Sahi ben kimim?

Soluk soluğa uyandım uykumdan. Kalp çarpıntımı duyduğumu söylesem abartmış olmam. Güm güm güm… Kafesi parçalayıp avucuma düşecek adeta kalbim. Komodindeki lambaya dokundum. Su bardağını ve yarısının su dolu olduğunu görünce hazine bulmuş gibi hissettim. Gürültüyle koca bir yudum aldım. İçmedim adeta oluktan aşağı döktüm. Annem olsa söylenirdi “Deden gibi sesli içiyorsun. Yavaş iç şunu.” diye. Annem olsa şu an saçımı okşayıp öperdi de. “Kabus sadece kabus… Hadi yat, buradayım.” derdi. Sesli başladığı duayı giderek kısılan sesiyle içinden devam ettirir, en son alnıma bir öpücük kondurup sırtımı sıvazlardı gözlerimi kapayana kadar. Gitmesin diye süreyi uzatırdım… Ah anne! Öyle dolu ki içim dışım, üstüne eklenen gözlerimin de doluluğuyla çevirdim kafamı telefona. Saat 5. Yatsan yatılmaz kalksan kalkılmaz bir saat yani. Kabusu unutmaya çalışırken ürperdim. Gömüldüm yatağa, çektim yorganı çeneme kadar. Küçüklükten kalan bir alışkanlık. Ne zaman ürpersem böyle yorgan altına girerim. Sanki güvenli bölgeymiş gibi. Önceki korkularım geldi aklıma. Komşu kızının anlattığı ürpertici bir hikayedeki canavar, yahut gecenin kör saatinde geçen kamyonun gürültülü sesi ya da sadece karanlık. Önceden kötü rüya görmekten korkuyordum, şimdi gerçekler yeteri kadar korkutucu. Bak bunlar geçmiyor işte anne. Kendi gerçeklerimden kaçamıyorum, kabuslarımda dahi korkularım var. Kaçamıyorum karanlığımdan. Ne ara bu kadar kötü oldum? 

Sosyal Medyada Paylaş:
Twitter'da paylaş Facebook'ta paylaş Google+'ta paylaş Buffer'da paylaş Pinterest'te paylaş

“Kaybolmanın Rüyası” için bir yorum bırak

Email adresiniz paylaşılmamaktadır. Tüm alanların doldurulması zorunludur * *

YORUM YAZIN:

Önemli Bilgilendirme : Kaos Günlükleri, Paragon Teknoloji A.Ş.’nin bir markasıdır. Bu sitede paylaşılan yazılar birden fazla yazar tarafından yazılıp, yazıların telif hakkı Kaos Günlükleri’ne aittir. Yazıların iznimiz olmadan paylaşılması halinde gerekli yasal işlemlerin yapılacağını belirtmek amacıyla bir bilgi metni oluşturulmuştur. Kaynak gösterip, gerekli izin alındıktan ve link verildikten sonra paylaşım yapılmasında bir sakınca yoktur. Detaylı bilgi için lütfen iletişime geçiniz.

2